TEB 37 DÖNEM 3. BÖLEGELERARASI TOPLANTI ÇORUM KONUŞMASI

 

Eski zamanlarda bir şehirde kral halkını toplar: “Şehrimizi güzelleştirmek için bir saray yapmalıyız. Ancak bu saray öyle bir saray olmalı ki gören bir daha bakmalı, şehrimizin simgesi olmalı. Herkes bundan bahsetmeli” der. Öneri sevinçle karşılanır ve ülkenin en iyi mimarları, inşaat mühendisleri, ustaları, işçileri bir araya gelip muhteşem bir saray yaparlar. Ülkedeki herkes bir şekilde sarayın yapımında görev alır. Herkes sarayın güzelliğinden bahsetmekte, saraya hayran olmaktadır. Ancak bir sabah kalktıklarında sarayın yanıp kül olduğunu görürler. Herkes çok üzülür. Sonunda suçlu yakalanır. Suçlu, ülkenin en ünlü mimarlarından biridir. Herkes çok şaşırır ve bu mimara sorar: “Sen ki büyük bir mimarsın. Böyle bir sarayın kıymetini herkesten daha çok bilmelisin. Neden böyle bir şey yaptın?” Mimarın cevabı çok ilginçtir: “Bu sarayı yaparken beni çağırmadınız. Ben de yapımına imza atamadım ama yıkımına imza attım.” der. Büyük olmak ve iyiyi yapmak, iyi bir şeyi ortaya koymak için her zaman yeterli olmuyor. Bazen bir şeyi, tek bir kişiyi bile atlamadan yapmak, o şeyin uzun ömürlü olması açısından, daha önemli oluyor. Demokrasi de böyle bir şey. Ancak herkesle birlikte el ele inşa edilebilecek bir şey.

Bizim gibi meslek örgütleri; çeşitli toplum katmanlarından gelen kişileri barındıran ve temsil ettiği kitlenin ekonomik, demokratik hak ve çıkarlarını savunan yapılardır. Demokratik kitle örgütü olmanın temel önkoşulu; demokrasiden yana olmak, demokrasi uğruna mücadele vermek ve elbette örgüt içi demokrasiyi uygulamaktır. Demokratik katılımcılığı gerçekleştiremeyen, örgütü ile organik ve dinamik bağ kuramayan yapılar başarılı olamazlar.

Meslek örgütünde; herkesin kendini özgürce ifade etme hakkı vardır, her fikrin ve düşüncenin kendini çoğunluğa dönüştürmesinin önü açık olmalıdır. Sözün, kararın ve yetkinin her koşulda tabandaki kitleye ait olduğu bir işleyiş mekanizması esastır ve olmalıdır. Yani meslek örgütünde görüş oluştururken o meslek örgütünü oluşturan odaların sözleri mutlaka esas alınmalıdır. Çünkü sizin hareket kapasiteniz sizi oluşturan odalarınızla sınırlıdır.  Örgüt gücünü tabandan almazsa, o taban öykümüzdeki saray gibi tepenize çöker.  

Ben bu örgütün her kademesinde görev yaptım. Her kademeyi, onların gerekliliklerini iyi biliyorum. Biz, üyelerle yüz yüze ilişki üzerine kurulu, canlı bir mekanizmayız. Bana anlatılmayan, ikna olmama çalışılmayan, eleştirilerimin dikkate alınmadığını gördüğüm bir yerde, sizin üye ile ilişkiniz kopmuş demektir. Bu sorumsuzluğu yapmaya kendinizde hak görüyorsanız, katılımcılık anlayışınızı da gözden geçirmeniz gerekir.

Bakalım kendi örgütümüzün katılımcılık anlayışına; artık Başkanlar Danışma Kurulu toplantısı yapmıyoruz. Göstermelik olarak yaptıklarımız da ya bölgelerarası toplantıların ya da fuarların arasına sıkıştırılıp oldubittiye getiriliyor. Daha yakın bir geçmişte neler yaşadık, herkes biliyor. Siz, geleceğimizi konuşalım sloganı ile eczacılık fuarı düzenleyeceksiniz ve başkanlar danışma kurulunu fuar etkinliklerinin tam ortasına yerleştireceksiniz, böylece hiçbir oda başkanının bir tam gün fuara katılmasına fırsat vermeyeceksiniz.  Başkanlar danışma kurulu toplantısında söz alan oda başkanlarının büyük çoğunluğu ilaç dışı ürünler ve internet satışından şikayetçi olacak ama bizim fuarımızın tamamına yakını bu ürünlerin stantları ile dolu olacak. Eczanede eczane ismi yazılı poşet bulununca haysiyet divanları reklam cezası verecek ama reklamcı poşet firması bizim fuarımızda stant açacak. Ve sizler bu durumdan hiç rahatsız olmayacaksınız.  

Bu başkanlar danışma kurulunun ardından bir de sonuç bildirgesi skandalı yaşadık. Kimin kaleme aldığı tarafımızdan bilinmeyen, Merkez Heyeti’nin bilinen görüşünün tekrarlandığı, toplantıda görüşülmeyen, oylamaya sunulmayan ve asla karara bağlanmayan İTS ye bildirim yönteminin mutabakatmışçasına yer aldığı bir bildirge. Uzun uzun aktarmayacağım, bunun üzerine yazdığımız yazılar dosyalarda söylemlerimiz hafızalarda. Söyleyeceğimiz şudur: Hadi diyelim beni ikna etmeye çalışmadınız, itirazımı da kaale almadınız. Beni, benim odamı kaale almıyorsanız, adımı, odamın adını oraya koyma lütfunu da göstermeyin. Bu mu sizin katılımcılık anlayışınız? Ben kattım oldu anlayışı mı?

Örgütümüzün demokrasi anlayışına bakmaya devam edelim; tutanaklara bakıyoruz. Balıkesir Bölgelerarası Toplantıda “Merkez heyeti yönetiminin de gerek bazı yazılarda ve gerekse toplantı açılış ve kapanış konuşmalarında, kendilerine yapılan eleştiriler karşısında kullandığı tehditkar üslubu ve baskıcı yaklaşımı da tümüyle reddediyoruz” demişiz,

Bugün daha da kötü bir noktadayız. Siyasal iktidardaki eleştiriye tahammülsüzlük ne yazık ki meslek örgütümüze de sirayet etmiş durumdadır. Merkez heyetinin; 6 aydır toplanmayan başkanlar danışma kurulu toplantısı için çağrı yapanlara kin besleyen, Odaları kandıran ve kandırılan diye kamplara bölerek ayrıştıran bu tavrını değil tasvip etmek anlamak bile mümkün değildir.

Artık, yayınlanmamış kitabı toplatma noktasına gelen bir iktidarla, eczacı odalarının fikirlerini bilmeden, kendisinden farklı düşüneceğini varsayarak tavır geliştiren Merkez heyetimiz arasında ister istemez bir benzerlik görüyoruz. Vizyonu ve birikimi yetersiz olan iktidar sahipleri, üretim noktasındaki çaresizliklerini işte bu tür faaliyetler içinde bulunarak gizlemeye çalışmaktadırlar.

Bizler önce örgütümüzde demokratikleşmeyi hayata geçirmeliyiz ki ülkemize de demokrasi gelsin diye mücadele edebilelim. Eğer ülkemize demokrasinin gelmesini sağlayamazsak sağlıkta dönüşüm garabetine de karşı duramayız. Sağlıkta dönüşüm garabetini dayatan bu siyasi iktidarın demokratikleşme masalına inananlar varsa aramızda, kaç tane basın mensubunun fikirlerini ifade ettiğinden dolayı hapishanelerde yattığına baksınlar. Tutukluluk süresinin alınan cezaları ne kadar geçtiğine baksınlar. Sivil toplum örgütlerinin, tekel direnişçilerinin, itfaiyecilerin nasıl susturulduğuna, dahası aşağılandığına baksınlar. Devlet denetleme kurulu raporuna, insan hakları raporlarına baksınlar. Kadınların durumu açısından Türkiye'yi Gana'nın hemen önüne getiren düzenlemelere baksınlar.

Bu siyasal iktidar herkes için değil, kendisi için demokrasi istiyor. Bu anlayış TSK’ye karşı, özel orduyu savunacak kadar anti militaristtir. Muhalif basına karşı, yandaş basını savunacak kadar özgürlükçüdür. Sivil topluma karşı, MÜSİAD’ı savunacak kadar demokratiktir. 160 liranın altında kazancı olandan prim alacak, 160 bin liranın üstünde kazancı olandan, vergi bile almayacak kadar eşitlikçidir. İşçinin, emekçinin onuruyla, ekmeğiyle oynayacak, Anadolu kaplanlarının sırtını sıvazlayacak, eşe dosta ihale dağıtacak kadar adildir. Duble yol yapacak, hastane yapmayarak sağlığı özel hastanelere mahkum edecek kadar kalkınmacıdır. İşte; yaşadığımız bu sürecin adı ötekilerin ötekileri ötekileştirmesidir.

Biz, bu gidişe dur demek için, ülkemizi ve mesleğimizi korumak için bu anlayış karşısında her daim bir set oluşturmak durumundayız. Önümüz seçim. Birer eczacı olarak, birer yurttaş olarak bunları unutmayalım. Şimdi; bu kürsülerden hükümetle iyi diyalog kuralım ki sorunlarımıza çözüm bulalım diye konuşabilen arkadaşlarımıza sesleniyorum, görüşünüze saygı duymak istiyorum ama eczanenizde ve görev yaptığınız eczacı odalarında mutlu musunuz diye sormaktan da kendimi alamıyorum.  

Söylediklerimden tatmin olmayanlar var ise, sormaya devam ediyorum: Üç seçim geçirdik hatırlarsanız. Hangi sorunumuzu çözdü, hangi sözünü tuttu bu iktidarın yöneticileri. Bakanlar basın önünde attıkları imzaları nasıl yok saydılar. Sayın Sağlık Bakanı’nın yüzlerce defa bu kürsülerden verdiği söze rağmen 6197 konusunda bir tek adım bile atmadığını nasıl unutabilirsiniz. Bu ülkede 6197 sayılı yasaya aykırı olarak sınavsız denklik belgesi düzenleniyor. T.C. Sağlık Bakanlığı yasa tanımaz tutumu ile bu belgeleri onaylıyor, mahkeme iptal ediyor ama gazete ilanları ile methiyeler düzdüğümüz Sağlık Bakanlığı geçersiz denklik belgeleri ile eczane açılmasına izin veriyor. Engel olanları ise başmüfettişlerine denetleterek baskı altına almaya çalışıyor.

 

İşte böylesine bir ortamda bizim yöneticilerimiz; Türk Eczacıları Birliği’ni, diyalog kültürüne sahip olmadan yönetmeye çalışmanın sonucu olarak; örgüte danışmadan, plansız, programsız, zamansız eylemler planladılar. Hayati kararları alırken başkanlar danışma kurulunu toplamadılar, kendilerini tutamadılar merkez heyetinde bile karar almadan en önemli kararları dar kadrolar içinde aldılar. Ve sonucunda kamuoyunda eczacıların kavgacı ve uzlaşmaz bir meslek grubu görünümüne sahip olmasına neden oldular.

Türk Eczacıları Birliği’nin bu yönetim anlayışı sonucunda nereden nereye geldiği, tabanının nasıl umutsuzluğa sürüklendiği açıkça ortadadır. Eczacı yorgun, eczacı umutsuz, eczacı çözüm istiyor. Sizlerin örgüt tabanından gitgide uzaklaşmanız nedeniyle bunun farkında olmamanız bu gerçeği değiştirmez. “Körler onları görmese de yıldızlar vardır,” demiş şair. Bu kadar umutlu bir şey değil söylediğim, ama siz bilmeseniz de gerçek orada duruyor.

            Meşe ağaçları beş yüz yıl yaşayabilir. Uzun ömürlüdürler ama bu ömre ne sığdırırlar bilir misiniz? Beş asırda yapabildikleri tek şey “kışın yapraklarını döküp baharda yeniden büyütebilmektir”. Yani kendileri için yaşarlar. Sürekli olarak bu döngüyü sürdürmek için yaşarlar. İşte herkesin gözünde imrenilen bir yapı olan Türk Eczacıları Birliği sayenizde meşe ağacına döndü. Kendi iktidarını sürdürmek için yaşayan, kısır döngüden çıkamayan bir yapı.

Böylesine kronik bir iktidarın elbette ki muhalefeti olacaktır. Ama ben muhalefet yapmak için muhalefetten bahsetmiyorum. Ben sizin bu dar kadrocu yönetim anlayışınıza, sizin demokrasi algınıza, sizin katılımcılığı çarpıtmanıza, örgütü güçsüzleştirmenize, işinize geldiği gibi davranmanıza, etiketlemenize, dışarıda bırakmanıza muhalifim.

Bizler beklemekle geçen zamanın bize yalnızca yorgunluk ve yaşlanma hissi verdiğine inanıyoruz. Eğer beklersek bundan sonra yaşanacakların zaten tecrübe ettiğimiz şeyleri tekrar niteliğinde olacağını biliyoruz. Elini taşın altına sokmaktan kaçınan, kişisel ihtiraslara meslek örgütünü kurban eden, olayın ciddiyetini kavrayamayan herkes bu tablonun bir parçasıdır.

Bu salonda bulunan herkesi kendi kendini sorgulamaya, özeleştiri yapmaya davet ediyorum. Zor günlerimizde omuz omuza mücadele ettiğim arkadaşlarıma sesleniyorum, ne kadar daha sessiz kalacağız bu duruma, temsil ettiğimiz eczacıların  çığlıklarını  ne  kadar  daha  duymazlıktan  geleceğiz, meslek  örgütümüzün  an  be  an  erimesine, meslektaşlarımızın  ve  arkadaşlarımızın   birbirine  duydukları  sevgiyi  ve  saygıyı  yitirmesine  daha  ne  kadar  seyirci  kalacağız,  6 ay  önce  gerçekleşen  fiyat  düşüşü  ile  ilgili  olarak, tarafları  masaya  oturtma  ve konuyu  tartışma  becerisini  bile  gösteremeyen  bir  zihniyetten,  eczacılığa  katkı  yapmasını  ummaya devam mı edeceğiz. Umutsuzca oturup kara kara düşünmeye devam mı edeceğiz.

Umutsuzluk kime özgüdür bilir misiniz? Umutsuzluk; kötülüğün nedenlerini anlamayanlara özgüdür. Umutsuzluk; çıkış yolunu göremeyenlere özgüdür. Umutsuzluk; mücadele yeteneğinden yoksun olanlara özgüdür.

Trabzon Eczacı Odası, eczacıların yaşadıklarının kader olduğuna inanmayan, umudunu asla kaybetmeyen ve “bir başka dünyanın gerçekten var olduğunu” düşünen bir anlayışa sahiptir.

Ulaşılabilir hedefler ve çözüme yönelik projeler içeren ciddi bir çalışma ile birlikte, mesleğimizin içinde bulunduğu bu kaos ortamından çıkarılabileceği konusunda en ufak bir şüphemiz yoktur.

Tarih bizleri doğru ve yanlış kararlarımızla yargılayacaktır. Gelinen noktada değişim kaçınılmazdır, mesleğimizin geleceği bizlerin vereceği kararlara bağlıdır.

Hiçbir şey için geç değildir. Derhal, belki bugün toparlanmalı, kendimize gelmeli ve bir yol haritası belirlemeliyiz. Sorunlara hakim, aldığı sorumlulukların altında ezilmeyecek ve eczacıyı ezdirmeyecek bir yönetim anlayışına ihtiyacımız olduğu açıkça görülmektedir.

 

Bugün belki dibe vurmuş durumdayız. Belki bugünümüz, meslek örgütümüzü emanet ettiklerimiz tarafından heba edilmiş  olabilir, ancak  şunu  unutmamalıyız  ki  geleceğimizi kurtarmak bizlerin elindedir,   bugün itibariyle, yarını beklemeden, en kısa zamanda,  gereksiz ve zamansız kavga etmeyen, çözüm odaklı olan, tabanı temsil eden, kişisel ihtiraslardan uzak ve herkesin destekleyeceği bir yapı kurup, topyekün mücadeleye başlanmalıdır.

Bu güç her zaman bu örgütte mevcuttur yeter ki, gözümüzü açık, alnımızı dik, irademizi sağlam tutalım.

Bunu hepimiz çocuklarımıza borçluyuz.