14.12.2009 TEB 37. BÜYÜK KONGRE KONUŞMASI
Sayın Divan;
Merkez Heyeti, Denetleme Kurulu ve Yüksek Haysiyet Divanı’nın Sayın Başkan ve Yöneticileri,
Sayın Oda Başkan ve Yöneticileri,
Sayın Delegeler;
Sayın Konuklar,
Eczacı Örgütünün değerli çalışanları,
Hanımefendiler, Beyefendiler;
Trabzon, Rize, Artvin ve Gümüşhaneli eczacılar adına en içten sevgi ve saygılarımla hepinize hoş geldiniz diyorum.
Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyetine, Denetleme Kuruluna, Yüksek Haysiyet Divanına, 51 Eczacı Odasının tüm kurullarına Türk Eczacıları Birliği ve eczacı odalarımızın çalışanlarına mesleğimiz, örgütümüz ve ülkemiz yararına yaptıkları çalışmalardan ötürü teşekkür ediyorum.
37 Büyük Kongrenin bir ilki başararak seçimi değil çözümü hedefleyen bir kongre gerçekleştirmesi talebimizle sözlerime başlamak istiyorum.
Trabzon Eczacı Odası olarak, bu kongrede, gerçeklerin söylenmesini engelleyecek, her türlü karmaşık seçim formülüne karşı olduğumuzu, açıkça belirtmek istiyorum. Eleştirilerimizde objektif olurken, üslubumuzun da insanları kırmamasına özen göstereceğiz. Ancak teşekkürlerimizin de olumsuz eleştirilerimizin de doğru algılanmasını istiyoruz.
Bizler, herkesin hesap ve kitap yapmadan burada olduğuna inanıyoruz. Bizim de kimseye bir diyet borcumuz, kimseyle de bir hesabımız yoktur. Olumlu ve olumsuz eleştiride bulunma hakkımız da demokrasiye dahildir. Bunun böyle görülmesi de demokratik olgunluğun işareti olacaktır.
Değerli Meslektaşlarım,
Hayata çifte standartla bakma eğilimi, olan biteni istediği kalıba dökme ihtiyacının sonucudur. Bir işe vesayetle başlarsanız ve o kuruma vesayeti yerleştirirseniz; bir vesayetten diğerine savrulur gidersiniz. Bu örgütün, kendisini iktidar hırsına kaptırmış insanlar tarafından değil, yöneticiliği birlikte çalışmak olarak algılayan, olumlu ya da olumsuz tüm gelişmelere herkesi ortak edebilen insanlar tarafından yönetilmesi gerektiğini savunuyoruz.
Bugün karşımıza çıkan tabloda, delege sistemi ve yasa, matematiksel olarak oy hesabını öne çıkarmaktadır. Bu örgüt bu hesaplardan kurtulamadığı sürece, hiçbir zaman kendisine layık olan yöneticileri seçme rahatlığını yaşayamayacaktır.
Eczacıların ve örgüt yöneticilerinin siyaset yapmasına, bu ülkeye ve mesleğimize siyaset yolu ile hizmet etmesine itirazımız yoktur. İtirazımız TEB makamlarının siyasete atlama tahtası olarak kullanılmasınadır.
36 Büyük Kongre Konuşmamda “bu kongre bir şey yapmak isteyenlerle bir şey olmak isteyenler” arasında bir kongre olacak demiştim.
Yerel seçimler nedeniyle adaylıklar düştü gündemimize. Süreci izledik; Belediye Başkan aday adaylığı ile başlandı, olmadı il başkan aday adaylığı denendi olmadı. Devamını bilemiyoruz; mahalle muhtarlığı o da olmadı apartman yöneticiliği. Bu örgütün adı bu kadar ucuzlatılmamalıdır.
Siyaset her insanın en doğal hakkıdır, insan siyasal bir varlıktır ama siyaset yapmak için bir girişimde bulunurken bu hareketin sizi oraya getiren topluluğa ne kazandırıp ne kaybettireceği iyi hesaplanmalıdır.
Siyaset yapmak için her biriniz bir siyasi partiye gittiğinizde bunun güç mü güçsüzlük mü olacağı tartışmalıdır. Bu duruma geldiğinde Türk-İş, kendi partisini kurmaya kalkışmıştı. Belki biz de bir eczacı partisi kurmalıyız. Ama Türk Eczacıları Birliği’ni de eczacı partisi haline getirmemeliyiz. Siyasilerin dikkatini çekecek bir makam olarak görme hatasına düşmemeliyiz.
Değerli Meslektaşlarım,
Neden istifa ettiğimiz çok konuşuldu, yazıldı çizildi. Bugüne kadar bu konuda kürsülerde tek kelime etmedim ama artık bir kaç kelam etmenin sırasıdır. Amacım asla polemik ortamı yaratarak gündemi değiştirmek ve Büyük Kongreye saygısızlık yapmak değildir. Ama yapılan haksızlıklara ve çifte standartlara değinmesem de kendime saygısızlık etmiş olurum.
Öncelikle istifalara şöyle bir pencereden bakılmasını istiyorum,
- Gidenler sizden eksilenlerdir.
- Gidenlerin arkasından ıslık çalıp el ovuşturmak değil
Neden bu noktaya geldik diye aklıselimle düşünmek gerekir. Çünkü Sağlıklı toplumlar ayıbından kir çıkarmaz, İnsanları da birbirine düşman edecek bir bellek tazelenmesine zorlamaz, ama bu ayıpların unutulması anlamına da gelmemelidir. Burada bir noktaya da dikkat çekmek istiyorum, bazı insanlar, ilkeleri ve doğruları adına kimilerinin siyasete atlama tahtası olarak algıladığı makamları terk ederek, onurlu bir duruş sergilemektedirler.
Evet biz istifa ettik ama başarısızlık durumunda istifa edeceği sözünü verenler de olmuştu Sayın Şevket KAYA 36 Büyük Kongre de 8 ana başlık altında hedeflerini sıralamış; “Sorunları çözemiyorsak Bakanlığın önünde yatarak bu sorunu çözmek için ne gerekiyorsa yapmalıyız. Ben ve arkadaşlarım adına size bu sözü sonuna kadar veriyorum. Eğer bir yılsonunda bunlardan bir tanesini yapamıyorsak istifa etmeye şurada hazırım” demiş. Bakanlıkların önüne yattı ama kendi adaylığı için. Herhalde bu sözünü yerine getirdi ki halen bu sıralarda oturmakta.
27 Haziran 2009 tarihli AEO yayını Bizim Gazete Sayı 22: TEB 2. Başkanı Ecz. Hilmi Şener Geçtiğimiz döneme göre çok iyi bir protokol gerçekleştirdiklerini söyleyerek;
“Özellikle 5 arkadaşımızın ayrılmasından sonra daha verimli çalıştığımıza ve daha somut işler başardığımıza inanıyorum” diye açıklama yaptı. Siz o protokol müzakerelerinde neredeydiniz? Protokol müzakereleri iki aya yakın sürdü. Elliye yakın toplantı yapıldı. Sayın Hilmi Şener “bir tek” toplantıya katıldı. Üç ya da dört oda başkanımızın çok iyi hatırladığı sabahladığımız biri idi. Sadece bir toplantıya izleyici olarak katılan genel sekreter olacaksınız, sonra iyi ki de gittiler dediklerinizin aktif görev aldığı süreç için, başarılı bir protokol süreci yaşandı diyeceksiniz, sonra onlar gittiği için iyi işler yaptık” diyeceksiniz. Siz bu örgüt mitinge hazırlanırken nerdeydiniz, her akşam saat 18 civarı iyi akşamlar dileyip giderken iyi ki de gittiler dediğiniz adamlar bu örgütte haftalarca uykusuz çalıştılar. Sıcak yatağınızda uyurken iyi ki gittiler dedikleriniz Ali Arsanla, Hüseyin Olanla yağmur altında kamyonlara sırtlarında koli yüklüyorlardı.
İstifalar konusunda son sözüm Sayın Arif Yılmaz’a. Kayseri de bizlerin ayrılmasının iyi olduğunu, Merkez Heyeti üyelerini işaret ederek artık insanların yüzünün güldüğünü söyledi. Eğer Merkez Heyeti üyeleri eczacının yaşadığı bu süreçte kan ağlamıyor da biz gittik diye gülebiliyorsa bu bizler için gurur kaynağı değil üzüntü sebebi olmalıdır. Gerçi Merkez Heyeti üyesi arkadaşlarımızın da öyle pek mesut bahtiyar halleri yoktu.
Değerli Meslektaşlarım,
Eskiden aç mezarı yoktur derdi büyüklerimiz. Yani açlıktan ölen yok derlerdi. Bugüne bakın; Aç mezarlarını da görüyoruz artık. Hükümet sağlık alanını gözden çıkartmış durumda. Yoksullar, sağlığa ulaşamayanlar, ilaca, eczacıya ulaşamayanlar, ekmeğe, yağa, peynire, kömüre ulaşamayanlar, sadaka kültürüne muhtaç ediliyor. İlaç da sadaka gibi veriliyor, hekim görmek zaten bir lütuf o da artık parayla. Bir de kömür dağıttınız mı yoksullara işiniz bitiyor. Sosyal devlet mi istiyorsun? Al sana sosyal devlet. Bu devlet, ne sosyal, ne de devlet arkadaşlar. Bu devlet, bir siyasal grubun, bir siyasal elitin tarikatı haline gelmiş durumda. Nereye kafanızı çevirseniz, bürokrasisiyle, olmazsa polisiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Devlet kendi imzaladığı sözleşmeleri teslim almamak için üzerimize polis salmadı mı bu ülkede.
Bugün “kim ne derse desin sağlık ve ilaç harcamalarımızı kısacağız” diyorlar. Zaten kimsenin de bir şey dediği yok. Vatandaşın nefesi boğazında düğümlenmiş durumda.Uluslararası Sermaye, ilaçtan tasarruf edilecek para ile kendilerine olan borçların ödeneceği beklentisi ile bu politikalara destek vermektedir. Vatandaşımızın yaşadığı ve yaşayacağı sıkıntılar onların ilgi alanına girmemektedir. Onlar hasta olmuyorlar, antibiyotik kullanmaları da gerekmiyor. Sabahları portakal sularıyla ekinezya çaylarını içiyorlar. İlaca ihtiyacı olan insanımız ise, katılım payını, muayene ücretini ödeyemiyor. Buyurun size adalet, buyurun size kalkınma.
Değerli meslektaşlarım,
Görünen o ki ilaç alanına radikal müdahaleler bundan sonra da hız kesmeden devam edecek. Bizleri bekleyen tehlike sadece Kamu Kurum Iskontosu ve Fiyat Kararnamesi kayıpları değildir. Bu sürecin devamında yaşanacak ekonomik kriz ve kamunun bunu fırsat bilerek mesleğimize müdahale etme planları, gelecekteki önemli problemlerimizden sadece bir kaçıdır.
Eczanelerimiz küresel sermaye ve aktörlerine kurban edilmiş, hastalarımız özel hastanelerin insafına terk edilmiş durumdadır. Bizim bu tabloyu tersine çevirmek için, tüm sağlık çalışanlarını, tüm hastalarımızı bir araya getirmemiz, kenetlenmemiz gerekmektedir. Eczacıların böyle bir ortamda yaşayamayacağını, bu neşter operasyonu durmazsa, sistemin kangren olacağını herkese anlatmak birinci önceliğimiz olmalıdır.
Biz ne diyoruz;
- İlaç eczacı danışmanlığı olmadan kullanılamaz.
- Eczacının geliri ilaç fiyatlarından bağımsız hale getirilmelidir.
- Eczacı sağlık alanının vazgeçilmezidir.
- Eczacı bu ülkede sağlık sisteminin belkemiğidir
- Eczacı bu ülkede sağlık sisteminin bütün boşluklarını doldurmaktadır.
Ama bizim de bir politikamız olmalıdır. Bitkisel ilaçla, dermokozmetikle, alternatif tıp ürünleri ile metropol eczanelerini şenlendirebilirsiniz ama taşra, köy, belde eczanelerini ne yapacaksınız.
-
Sağlık Bakanlığı’na ilaç kar oranlarını yükselttirebiliriz,
-
SGK ya Kamu kurum indirimini azalttırabiliriz,
-
Sanayiciden ekstra vade ve peşin iskonto alabiliriz.Tüm bunları yaparsak eczacılığın sorunları çözülecek midir. Düze çıkacak mıyız. Oy hesabıyla listelerle dengelerle uğraşacağımıza gelin geleceği planlamak üzerine kafa yoralım.Biz, ilaç ve eczacılık alanının sahibiyiz. Hasta sağlığını ilgilendiren her şey bizi de ilgilendirir. Bu bilinçle davranacaksak; birincisi, eczanelerimize sahip çıkacağız. Bir de mesleğimize sahip çıkacağız. Mesleğe sahip çıkmak, ilke sahibi olmayı gerektiriyor. Bu ilkelerin gerçek hayatta karşılığını bulması ve bu ilkelerden vazgeçilmemesi için, kaç kişinin ölmesi, kaç eczanenin kapanması, kaç eczacının iflas etmesi, kaç kişinin ilaca ulaşamaması gerekiyor? Bizim eczacı olarak, buna izin verebilmemiz mümkün değildir. Hastalarımız bizim için velinimet değildir. Hastalarımız bizim için üzerlerine titrenmesi gereken, bize ihtiyacı olan insanlardır. Biz hastaya bizim ihtiyacımız var diye bakmayız, hastanın bize ihtiyacı var diye bakarız. O yüzden de popülizm yapmayız, yapılmasına da izin vermeyiz. Sağlık hakkına erişimde kısıtlamaları kaldırdım diye yalan söylemeyiz, söylenmesine de izin vermeyiz. Ama bizim vergimizle ilaç harcaması değil, faiz ödemesi yapan, patriot füzeleri alan devlet sıra ilaca gelince, bütün maliyeti hasta ve eczacı üzerinden çıkartmaktadır.
Tüm bunlar yetmezmiş, Türkiye’de başka sorun kalmamış gibi, kamu, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu vasıtasıyla örgütümüzün ekonomisine el atmaya çalışmaktadır. Sivil toplumu, meslek örgütlerini kısaca kendilerine yandaş görmedikleri herkesi sindirmek peşindedirler. Bu tür uygulamaların tekrarını yaşamamak için örgütlü bir direniş göstermek zorundayız. . Mesleki sorunlarımızın haricindeki konulara da duyarsız kalmamalıyız.
Kamu tarafından tek taraflı uygulanan baskının yok olmasının temelinde demokrasi yoksunluğu sendromu yatmaktadır. Bu anlamda çağdaş, sivil bir anayasa yapılması, Seçim Yasasının, Partiler yasasının değişmesi, Seçim barajının kaldırılması konularında söyleyecek sözümüzün olması gerekmektedir.
Değerli meslektaşlarım,
Mevcut Merkez Heyeti şanslı bir yönetimdir. Örgüte danışmadan, hatta Merkez Heyeti’ni bile toplamadan Eczane kapatma gibi radikal bir karar alıp üyelerine tebliğ etmiş ve tek kelime dahi itiraz almadan yüzde yüz başarılı bir eyleme imza atmıştır. Hiç kimse B planınız var mı diye sorgulamamıştır. Ama eylem sonucu masa başarısı ve kazanımlar sıfırdır. Ne olacak şimdi sorusunun cevabı ise Kongreyi bekleyelim olmuştur. Bu sefer de insanların aklından neden kapatma için Kongreyi beklemedik sorusu geçmektedir. Dedim ya şanslı bir yönetimimiz var. TEB Başkanı Sayın ÇOLAK; açılış konuşmasında “4 Aralı sürecinden sonra elimizde örgütlü gücümüzden başka ne kaldı” demektedir. Sayın ÇOLAK siz muhalefet değil örgütün başkanısınız. Bu gücü kullanmak sizin elinizdedir, oturduğunuz makam şikayet etme makamı değil sorun çözme makamıdır.
Değerli meslektaşlarım,
İş yapmak, yol almak için kararlı adımlar atmalıyız. Bu kararlı adımları atacak yöneticiler seçmeliyiz. Bundan sonraki süreçte, bir adım ileri iki adım geri atma şansımız da mecalimiz kalmamıştır. Bugün itibariyle geleceğimizle ilgili sağlam ve sonuç alıcı hamlelerde bulunmak zorundayız. Bunu ancak hep beraber ve güçlerimizi birleştirerek gerçekleştirebiliriz. İşte bugün burada sadece bunu yapmaya gücü olanlar, sadece bunu yapmaya aday olanlar ortaya çıkmalıdır. Başka şeyler yapmak isteyenler, başka alanlarda varlıklarını sürdürmelidir.
Bu anlamda Diyaloga açık, dayatmacı olmayan, hesap gözetmeyen, dengeleri değil liyakati önceleyen bir Türk Eczacıları Birliği oluşturmak için çaba göstermeye, göreve, özveriye ve mücadeleye hazırız.
Son vermeden önce bu kongre sürecine ilişkin gelişmeleri tutanaklara geçirmek ve tarihe şerh düşmek anlamında sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın TEB Başkanı ile üç kez telefon görüşmesi yaptık. Birinci görüşme kongreye giderken Trabzon Eczacı Odası ile kongre ve seçime ilişkin görüşmek istediğini bildiren bir nezaket görüşmesi idi. Kendisine teşekkür ederek bizim de böyle bir görüşmenin doğru olacağını bildirdik. İkinci ve üçünü görüşme birbirinin aynısı idi. Sayı Başkan sadece bizim düşüncemizi öğrenmek istediğini söylemiş, biz de kendisine; sıkıntılı bir süreç yaşandığını, bu süreçten geçerken birlik ve beraberlik adına tek liste yapılmasının doğru olacağını, bu anlamda yapılacak olan çağrıya olumlu yanıt vereceğimizi bildirdik. Öylesine bir çağrı yapma sorumluluğunun da kendisinde olduğunu bildirdik. Ancak, güçlü olduğunu, seçim konusunda kaygısı olmadığını düşünerek kendince bir ana çatı oluşturması ve bizi sadece o yapıya isim vererek destekleme çağrısı yapması durumunda bu teklifi reddedeceğimizi bildirdik. Çünkü bu çağrı bir biat çağrısı olacaktır. Pazartesi gününden bugüne 5 günlük sürede herhangi bir görüşme yapılmamıştır. Bizler anladık bizden istenen biat etmemizmiş.
Bizler; 10–18 yaşları arasında yatılı okul dayanışma kültüründen, sonrasında ise tüm hayatımız boyunca süregelen omuz omuzalık kültüründen geliyoruz. Dayanışma kültürümüzün temelini de bağımsızlık kültürü oluşturmaktadır. Biat etmek, hayatımızın hiçbir döneminde kabullenmediğimiz bir olgudur. Bizler; Sayımızın azlığına çokluğuna bakmadan boyun eğdirmek isteyen kim olursa olsun, ister iktidarıyla, ister silahıyla, ister parasıyla; boyun eğmemeyi insanlığın özü sayan bir anlayışı temsil ediyoruz.
Bugünden tezi yok, Neo-liberalizme, Gericiliğe ve ırkçılığa karşı eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden, emekten ve halktan yana olanlar, emperyalizme karşı tam bağımsızlıktan, yurtta ve dünyada barıştan yana tavır alanlar artık aynı safta olmalıdırlar.